ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

SARIGÖL

Sarıgöl ilçesi bugünkü yerine burada mevcut gölün kurutulmasından sonra kurulmuştur. Çünkü Saiyra (İZMİR) Magnesia (MANİSA), Sardes (SART), Filedelfia (ALAŞEHİR) ve Hiyerapolis (PAMUKKALE)’ye ulaşan kara yolu Sarıgöl’den geçmekte ve Sarıgöl bu yol üzerinde üçüncü konaklama yeri olarak kullanılmaktaydı. Recep AKINCI, eski Filetelfia (Alaşehir kitabından) ikinci yüzyılın sonlarına kadar başkenti Sart olan lidyalıların egemenliğinde kalan Sarıgöl çevresi daha sonra Romalıların eline geçti.


Roma imparatorluğunun 395’de ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizanslıların) eline geçti.1071’de Alpaslan komutasındaki Selçuklu ordularının Bizans’ı yenmesiyle Anadolunun fethinde Alaşehir ve Sarıgöl çevresi Selçuklu ordularının Bizansı yenmesiyle Anadolunun fethinde Alaşehir ve Sarıgöl çevresi Selçuklu hakimiyetine girmedi.Bağımsız bir tekfurlu alarak Selçukluların yıkılmasına kadar kaldı.Ancak 1393’de Osmanlı hükümdarı Yıldırım BEYAZIT’ın Alaşehir ve çevresini Osmanlı topraklarına katmasıyla Sarıgöl’de Osmanlı hakimiyetine geçti.
Halk arasında bir rivayete göre, Yıldırım BEYAZIT Sarıgöl ve çevresine yüksek bir yerden bakarken burası neresi diye sormuş. Komutanları ise attan inde gör demişler. O zaman Yıldırım tıpkı İNEGÖL (Bursa-İnegöl) demiş. O zamandan sonra buranın adı İNEGÖL olarak kalmış. Osmanlı topraklarına katılan Sarıgöl ve çevresi Yıldırım BEYAZIT tarafından komutanlarına zeamet arazisi olarak paylaştırılmış ve o zamanki adıyla üzüm ovası Dündar beye, Bereketli köyü çevresi Afşar aşiretine, Baharlar, Bahadırlar köyleri Bahadır beye verilerek buraları aşiretlerin iskanına tahsis edilmiştir.


Uzun yıllar Osmanlı imparatorluğunun Aydın sancağına bağlı bir zeamet beyliği olan Sarıgöl çevresi, 1. Meşrutiyetten sonra Alaşehir ilçesine bağlı bir köy, Balkan savaşından (1913-1916) sonra Belediyelik olmuştur.15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi ve Yunan ordularının içlere doğru ilerlemesi üzerine 23 Ağustos 1919’da Alaşehir’de Yarbay Muhittin Bey Başkanlığındaki toplanan ilk Kuavi Milliye Teşkilatına Afşaroğlu Mehmet bey, Alemşahlı köyünden Mazlum bey , Dindarlı köyünden Çavuş oğlu Hüseyin, Sarıgöl’den Hacı İsa oğlu Halil ağa, Arap Süleyman ve Halil Kardeşler, Özpınar (Cabertarar) köyünden Hacı Yitik temsilci olarak katılmışlardır.
Baharlar Köyü’nün doğusundaki Gavurdamı mevkii ‘ndeki, Toprak tepe ve Karadut ismi verilen yerlerde Derbent Çayının iki yakasında su taşkınlarından korunma bentleri bugün halen mevcuttur. Bu bentler,son yıllarda Bahadırlar Köyü yakınlarındaki çay içinden kum alınırken ortaya çıktı.Su kemerlerinin Horasan yapı türü ile yapıldığı bilinmektedir.Bahadırlar Köyü’nün Çingil,Selimiye Köyü’nün,güneyindeki Karkaya eski medeniyetlerin izlerini taşımaktadır.Sığırmaçlı Köyü yakınlarındaki Karain,Kahramanlar Köyü çevresinde Ören içi, Cabertarar Köyü’nün eski yerleşim alanında katlı mezarların olduğu,Patlak çayı kıyısında da yer altında sütunların bulunduğu ancak henüz devlet tarafından kazıların yapılmadığı bilinmektedir.Yeniköy ve çevresindeki tarihi kalıntılar ve buralardan bulunan tarihi eserlerin Romalılar ve Bizanslara ait olduğu ortaya çıktı.Sarıgöl İlçemize bağlı Bağlıca Köyü,eski ticaret yolu olan Kral yolu’nun üçüncü konaklama yeri olarak bilinmekte.Buradaki İlköğretim Okulu çevresinde ise bir çok mermer lahitlerin bulunduğu bilinmektedir.Bağlıca Köyü’ünü köy tüzel kişiliğine ait arazide yıllar önceki çift sürümünde ortaya çıkarılan çok değerli olan”Maryas Heykeli”diyer bir adıyla”Pal Heykeli”bulunarak tarihi eser kaçakçılarına satılan bu heykel zamanın Kültür Bakanlığı tarafından Amerika’dan tekrar yurdumuza geri getirildi.Bu ünlü heykel şu anda Manisa Müzesi’nde koruma altına alındı.
Sarıgöl İlçesi’nin Afşar ve Karacaali Köylerindeki mağraların sırrı halen daha bilinmemektedir. Bu arada Çimentepe Köyü’nün yakınlarından geçen bir derede sel sularının akmasından sonra birçok bakır, bronz gibi çeşitli paralar ve tarihi eşyaların çıkması yörede eski bir yerleşim alanın olduğunu kanıtlamakta ancak bu bölgelerimizde kalıcı bir araştırma yapılmadı. Çimentepe Köyü’e giderken, Güneyköy mevkii’ndeki bir bağ içinde eski dönemlere ait sığınağın olduğu bunun halen varlığı bilinmektedir. Sarıgöl ilçesi’nin Dindarlı-Alemşahlı-Dadağlı Köyleri üçgeni içinde kalan bölümlerde, Selimiye, Bağlıca, Yeniköy köylerinde bulunan tarihi eserlerin çok değerli olduğu bilinmektedir. Sığırtmaçlı Köyü’nün eski camisi içindeki kök boyalarla yapılı el sanatı eserler 100 yıla aşkın bir zamandır tazeliğini korumaktadır.
Sarıgöl ilçesi’nin eski isminin ”İnegöl” olduğuna dair kanıtlar vardır. Sarıgöl’de görev yapan ilk nahiye Müdürü Yusuf Ziya, ölünce mezarı Sarıgöl’e yapıldı. Mezar taşında ”İnegöl Nahiye Müdürü” yazılmaktadır. Merhum Yusuf Ziya aynı zamanda Sarıgöl’ün ilk nahiye müdürüdür. 1879-1881 yılları arasında görev yapmıştır.”Aydın Vilayet Salnamesi” kitabında ilçeye ait tapularda ”İnegöl”ismi geçmekte. 1867yılında “Vilayet Teşkilatı” yürürlüğe geçtiğinden sonra, Sarıgöl uzun yıllar Aydın Vilayetine bağlandı. Sarıgöl uzun yıllar Alaşehir İlçesi’nin nahiyesi olarak mülki taksimata yerini aldı. Alaşehir Saruhan Sancağı mutasarlığına dahildi. İnegölü, Bursa İnegöl’den ayırt etmek için, kaynaklarda ”İnegölü Aydın” olarak yani Aydın’ın İnegölü olarak kaydedilirdi.
Sarıgöl İlçesi, 2.yüz yılın sonlarına doğru başkenti Sart olan, Lidyalıların egemenliğine girdi. Sarıgöl çevresi daha sonra Romalıların eline geçti. Romalıların 395’de ikiye ayrılmasından sonra,Bizanslıların hakimiyetine geçti.Sarıgöl daha sonra Selçukluların himayesi altına girmeyip bağımsız bir tekfur olarak Selçukluların yıkılışına kadar kaldı.Ancak 1393’de Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Beyazıt’ın Alaşehir ve çevresini Osmanlılara katmasıyla Sarıgöl Osmanlılara katıldı.Yıldırım Beyazıt tarafından komutanlarına Zeamet arazisi olarak paylaştırıldı.O zaman ki adı ile “Üzüm Ovası” Dündar Bey’e,Bereketli ve çevresi Afşar Aşiretine,Bahadırlar ve Baharlar Köyleri ise Bahadır Bey’e verilerek aşiretlerin iskanına tahsis edildi.
İlçenin Güneyinde Boz dağları uzantısı olan Karacaali köyü yakınlarındaki Çal dağı (1430 m.) ve devamı olan Aktaş yaylası daha sonra Kovanoluk ve Süleymaniye dağları uzanarak Denizli ili topraklarına ulaşır. Yine Bozdağları uzantısı ve Dadağlı köyünün Kuzey tarafındaki Türkmen tepesi (900 m.) Dindarlı köyünün kuzeyini kapatan erikli (Kocadağ-1400 m.)dir. Daha sonra ise Salihli Kula dağlarının uzantısı olup, Çimentepe (çöpköy)’den başlayarak doğuya doğru uzanan Uysal dağı (1314 m.) İlçenin önemli dağlarıdır. Erikli dağı, Aktaş, Çal dağı arasında yüksek bir plato olan üzüm ovası, Erikli dağı ile Uysal dağı arasındaki vadiye Baharlar ovası, Alaşehir çayının güneydoğusundaki Bereketli ve Afşar ovaları belli başlı ovalarıdır.
“ Yahya Çavuş ve arkadaşları bu emre uyarak yaklaşmakta olan düşmanı yerlerinden kımıldamadan bekliyorlardı. Düşman buna aldanarak saat 06.00 ‘da 5’ er dizi halinde ve 20 filika ile kıyıya iyice yanaşmıştı ki 10. Bölükten ve 1. Takımdan beklemedikleri bir anda şiddetli bir tüfek atışı yemeye başladı. • Ölü sessizlik bir anda bozuluverdi. Mehmetçik, intikam alma çağının geldiğini anlamış, haykıran ve çırpınan insanlarla dolu olan filikalara, arkadaşlarının acısını çıkartırcasına veryansın ediyordu. Yakın mesafeden açılan bu ateş adeta makineli tüfek etkisi yaratmıştı. Aslında ellerinde sadece piyade tüfeklerinden başka bir silahları da yoktu. Son dakikaya kadar ateş disipline uyarak, çıkarma birliğinin tam zamanda avlamışlardı. İrlanda Taburunun hücum dalgası üzerine bir afet gibi çöken Türk ateşi, bütün düzenlerini bir anda altüst ederek onları bozguna uğratmıştı. Bazı filikalardaki, bütün subay ve erler ölmüş ya da yaralanmıştı. İd****iz ve yönetimsiz kalan filikalar akıntıya kapılıp sürüklenmeye başlamışlardı. Can havliyle kendilerini suya atmaya çalışan düşman askerleri ya boğuluyorlar ya da vuruluyorlardı. Kıyıya ayak basmayı başaran küçük bir grubun hali daha perişan görünüyordu. Sağa sola sığınmak için kaçışırlarken, yedikleri ateşle kumsala düşüp kalıyorlardı. Yahya Çavuş bir avuç kalmış arkadaşı ile bulunduğu yerden bir direnişle düşmanı biçmeye devam ediyordu. 10. Bölük çektiği acıyı bu taburdan çıkarmış, koy bir anda cesetlerle dolmuştu. Durgun mavi sular, pembemsi bir renk almış bir saat içinde bir düşman taburu imha edilmişti. 10. Bölük bire yirmibeş üstünlükteki düşmanı ilk raundda yenmişti. İngilizler şaşkın ve anlamsız bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı.
Tahta At Oyunu saat 09.30’a kadar bir kaç kez tekrarlayarak bir taburluk İngiliz birliğini de sahile sürmelerine rağmen, 10.bölüğün ve bir mangalık kuvveti kalmış olan Yahya Çavuş’un keskin nişancı ekiplerince durdurularak yok edilmişlerdi. HER YER CESETLERLE DOLUYDU Gemiden sarkan ranpalar, merdivenler, dubaların üstü, lumbarağızları cesetlerle doluydu. “River Ciyde Harekatı” iflas etmişti. Birkaç saatlik harekat sonunda İngiliz ve İrlanda hassa taburlarının subaylarından pek çoğu ölmüş, her iki taburda yüzde yetmiş zayiat vererk savaş dışı kalmışlardı. Kıyıya ancak 200’ e yakın bir düşman askeri can kaygısı ile sığınmayı başarabilmişti. İngilizlerin şaşkınlığı henüz geçmemişti. Zira 25 Nisan Günü Ertuğrul Koyu ‘ ndaki Türk savunması üzerinde yalnız donanma 4650 atımlık mermi kullanmıştı ki, bu akla durgunluk verecek bir rakamdı. 18 Mart Günü Türk müstahkem mevkii topçusunun İngiliz ve Fransız filolarına karşı kullandığı mermi sayısının iki katıydı bu. İngilliz Harp Tarihi Ertuğrul Koyu’na yapılan ilk çıkarma sırasındaki bu olayı şöyle anlatır: ...Türk Savunması son dakikaya kadar sanki terk edilmiş hissini veriyordu. Fakat “ River Ciyde “ gemisinin karaya oturması ile İrlanda Taburunu taşıyan nakliyelerin kıyıya birkaç metre yaklaştığı sırada birden bire sanki bir cehennem boşandı. Bu ateş kasırgası kıyılara sokulmuş olan nakliyelerin üzerinden limanın durgun sularına birlerce kamçı ile dövüyormuş gibiydi. İlk dakikalardan itibaren sanki kıran girmişcesine zayiata uğratıldı. Hafif hafif kıyıları yalayan dalgacıklar kana boyanmıştı. ...Karaya çıkmak için yapılan herhangi bir harekete karşı ateşler derhal o noktada toplanıyordu. Türklerin ateş disiplinleri cidden hayrete şayandı. ...
Ertuğrul Koyu’na yapılan çıkış hareketi işte bu şekilde ve saat 09.00 dan biraz sonra kesin olarak durduruldu. Lutufkâr kum settinin arkasına sığınarak hayatta kalabilenlerin kıpırdanacak halde değillerdi. “ River Ciyde “ kömür gemisindeki diğer bir kişi de Teke Koyu’ndan yapılacak başarılı bir hareketin Türk Savunmasını kuşatmak ihtimalini veyahut havanın kararmasına kadar gemide mahpus kalmışlardı. ...25 Nisan’da Güney‘deki Türkler bir zafer kazanacak sayıda değillerdi. Fakat komutanlarının azmi onlara çok önemli yararlar sağladı. Seddülbahir ‘deki küçücük Türk Garnizonu deniz topçusunun dehşet veren ağır etkisini ilk kez tatmış olmasına karşın 25 Nisan sabahından akşamına kadar yerlerini inatla sarıldılar ve savunmada anlatılması imkansız işler gördüler.” .