ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

GÖRDES

MANİSA İLİ GÖRDES İLÇESİ
GÖRDES İLÇE TANITIM
GÖRDES MANİSA İLİNE BAĞLI BİR İLÇEDİR....
gördes
manisa gördes
gördes manisa
gordes2
gördes resimler
gördes fotoğraflar
gördes manzaralar
gördes görüntüler
gördes tarih
gördes video
gördes spor
gördes yemekleri
gördes konut
gördes emlak 
gördes arasa
gördes kiralık
gördes satılık
gördes araç
gördes konaklama
gördes turizm
 gördes tarihi rserleri
gördes otel
gördes pansiyon
gördes yurt
gördes haber
gördes kültür 
gördes iklim 
gördes coğrafya
gördes ulaşım
gördes harita
gördes ekonomi
gördes ticaret
gördes sanayi
gördes tarım
gördes hayvancılık
gördes halıları
gördes kilimleri
gördes doğa
gördes dernek
gördes gezi
gördes tatil
gördes eğitim
gördes okul
 gördes lise
gördes sağlık
gördes hastahanesi
gordes1
Gördes ismi yabancı kaynaklarda Guerdez olarak geçer. Evliya Çelebi Gördes'ten" Gördes şehri Köritöz" olarak söz eder. Halk arasında ise, bölgeye ilk yerleşen "Kördost"adlı göçebelerin adının zamanla Gördes'e dönüştüğü ve bölgenin isminin buradan geldiği anlatılmaktadır. Gördes, sırasıyla Perşler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizans İmparatorluklarının egemenliklerinde kalmış, 
1071 Malazgirt zaferinden kısa bir süre sonra Türklerin eline geçmiştir. Selçuklu devleti'nin yıkılmasından sonra Saruhanlı Beyliğinin sınırları içinde kalmış, 1641 yılında Gördes'ten geçen Evliya Çelebi'nin belirttiği gibi; Büyük İskender tarihinden sonra Yankoa Kralının Veledi Nakiplerinden Köritöz adlı kral'ın elinden Saruhan oğlu Yakup han tarafından fethedilmiştir. Bedesti Ulaş Bey'e daha sonra Yakup Şah'ın Kızının nikahı sonrasında çeyiz yoluyla Yıldırım Beyazıt Han'ın eline, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır.
Yunan işgali öncesindeki devirlerde, Rumlarla Türkler arasında ihtilaf olmamış, bazı konularda karşılıklı yardımlaşmalar olmuştur. Rumlarda inşaat, ebelik, hekimlik, eczacılık gibi tahsile ihtiyaç duyulan meslek sahipleri daha fazla iken, Türklerde ziraat, demircilik, tabaklık (deri işleri) daha fazladır. O yıllarda, Rum evlerinin hemen hemen hepsinde kütüphane vardır. Gördes'te Rum çocukları için bir ilkokul vardır. 
Orada tamamen fen ilimleri okutulur. Okulu bitiren çocuklar İzmir'e gidip okur, sonra Gördes'e dönerler. Bu bakımdan arada belirli bir fark ortaya çıkar. Avrupa ile de devamlı ilişkileri vardır. Rum evlerinde koltuk, masa, sandalye varken, Türk evlerinde ise bulunmazdı. Çünkü gayrimüslim olan Rumlara benzememek esastır. Bizde ise koltuk yerine sedirler kullanılırdı. Gördes'te Rum nüfusu ne kadardı?
Bu misale karşılık sonradan bazı Rumlarla dostluklar bozulur. Çünkü Yunan işgali sırasında bir kısım Rumlar onlara yardım etmişlerdir. Özellikle rahat yaşayan ve Türklere dost görünen bir kısım Rumların Gördes'i işgal eden Yunan askerlerini Yunan bayrakları ve çiçeklerle bayram havası içinde karşılamaları ilk soğukluğu oluşturmuştur.
Türkler acı ve matem içindeydiler. Yerli Rumların işgalcilere yardım etmeleri, Türkler aleyhine muhbirlik yapmaları sonucu bazı Türklerin dayak, işkence ve kötü muameleye uğramaları, Türklerden misilleme ile karşılık görmüş ve ilişkiler kötüleşmiştir. Rumlar zamanla Gördes'te barınamaz oldular. Bilhassa İnönü zaferinin kazanılmasından sonra sayıları 1500 civarında olan Rumlar korkuya kapılmış ve Yunanistan'a göç etmeye başlamışlardır. 
20 Mayıs 1921'de Gördes'in yakılmasından önce Gördes'te artık bir tek Rum kalmamıştır.
Osmanlı devletinde gayrimüslimler, askerlik yapmazlar, sadece vergi verirlerdi. Buna karşılık son yüz yılını savaşlarla geçirmiş Türk milleti, sürekli yetişkin erkek nüfusunu kaybetmiştir. Tarlalarını ekip biçemeyen, giderek fakirleşen Türkler, ellerindeki mülkleri satmaya başlarlar. Bunları satın alabilen, insan kaybına uğramamış, eğitimi nispeten iyi Rumlar giderek zenginleşirler. Bu zenginlik onlara daha iyi eğitim imkânları sağlar.
 Avrupa ile olan temas kolaylığı ise, bu gelişimi hızlandırır. Bizde ise, genç, üretken ve nispeten eğitilmiş erkek nüfus, giderek azalır. Bunların çocukları ise artan fakirlik ve cehalet ile karşı karşıya kalırlar. Rumlarla aramızdaki fark ise giderek büyür. Devletimiz güçlü iken avantaj olan bazı uygulamalar, zayıflayınca tersine işlemeye başlar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, 13 milyon olan toplam nüfusunun ancak 3 milyonu erkek idi.
Bu bölümde güzel Gördes'in Yunan askerlerince yakıldığı büyük yangın felaketinin birkaç gün evveli, yangın günü ve hemen sonrasını gözler önünü sermek istedik. Kaynak olarak da o günleri yaşamış, her olayın içinde fiilen bulunmuş, idareciliği sebebiyle de her şeyden haberdar olmuş, o zamanki Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Akıncı'nın tuttuğu günlüklerden faydalanarak yazdığı "Demirci Akıncıları" adlı kitabı aldık.
 Hiçbir değişiklik yapmadan, sadece bazı kelimeleri günümüz Türkçesine çevirerek aynen yer veriyoruz. Bu kitabı bu güne kadar ancak bazı meraklı insanlarımızın okuduğunu düşünerek, bu ibret ve dehşet dolu, Gördes'in kaderini etkileyen günleri daha geniş kitlelere ulaştırmayı millî ve vicdanî bir görev bildik (A-3).
Dâhilden aldığımız bilgilerden düşmanın ileri harekâtı için hazırlıklı bulunduğu ve Gördes, Balat, Yenice mıntıkalarına taarruz edileceği anlaşılıyordu. Düşmanın bundan maksadı buralarda toplanan akıncı müfrezeleriyle yardım bölüklerini dağıtmak ve askerlerini sevk etmekti. Bu harekâtı lazım gelen makamlara bildirdik ise de "cephe ilerisi olan ve hiç bir zaman ve hiç bir taraf için harbe, askeri harekâta müsait olmayan Demirci, Gördes, Balat, Yenice mıntıkalarına karşı bir askeri yardımda bulunamayacağı ve mevzii kuvvetlerden istifade lazım geldiği" cevabı alınmış olduğundan, tabii ki kendi başımıza kalıyor ve kendi kuvvetimizle müdafaaya mecbur oluyorduk. Bunun için bütün karakolların en iyi efradını merkeze toplayarak 50 kadar süvari ve bir miktar da piyade hazır ettik ve her ihtimale karşı da hazırlandık. Bunun için emir filan almamış ve burada da bütün mesuliyeti üzerimize alarak vaziyetin gerektirdiği tedbiri almıştık.
Madem ki düşman üç koldan geliyor ve bu üç kol herhalde irtibatı muhafaza ediyor, bu iki kaza kuvvetiyle düşman kollarından birisini yarı yolda beklemek ve pusuya düşürüp imha eylemekten başka çare olmadığını ve bu takdirde diğer düşman kollarının ricatı (geri çekilmesi) mümkün ve bunun için Gördes'in umum kuvvetleri - ki bunlar 200 süvariden fazla idi - Sındırgı yolunu takip ile Fehre köyü istikametinde yürüyerek buradan hareket edecek bizim kuvvetle birleşmelerinin uygun olacağı fikrinde olduğumu söyledim. Uygun ve ben de buradaki Halil Efe ile Simav jandarma ve yedeklerini şimdi harekete geçiriyorum, dedi. Verilen bu kararı Gördes Kaymakamı Cemil Beye söyledim ise de, o tarafa gitmenin doğru olmadığını ve herhalde Gördes'in karşısındaki dağa çekileceğinden, imdat kuvvetlerimizin oraya gelmesi hakkında ısrar etti. Tabii ki, vaziyeti daha yakından görmek ve mesul bir makam olması dolayısıyla, arzusunu yerine getirmekten başka çare kalmıyordu.
Toplanacak sekiz on süvari ile ben de hareket ettim. Gördes'in şu vaziyetine karşı Demirci'de ahali fevkalade heyecan ve galeyana gelmiş ve hareketime mani olmak istemişler ise de, dikkate alınmamış ve hakim efendi vekalete bırakılarak sabah saat dokuzda hareket ile yolda olan şube reisine, sonra da Kaymakam Cemil Beyle jandarma kumandanına tesadüf ettim. Demirci'ye, Gördes ahalisinden nüfuzlu kimse gelmemiş iken, göçmen kafilelerine ilgililerin önderlik etmesi ve bilhassa jandarmaların bu sebeple kaçmasına hiç bir şekilde izin verilmeyeceğini Jandarma Kumandanı Mülazım Sami Efendiye söyledim. Ve emindim ki, henüz düşmanı görmemişlerdi. Onlar mütemadiyen düşmanın kasabaya girdiğini iddia ediyorlar, jandarmalar da birkaç mahpusu almış getiriyorlar, bu üç buçuk tavuk hırsızı için memleketi bırakıyorlardı. Tabii ki ileri gelenlerin kabahati yoktu. Çünkü, aynı efrat ile daha evvel düşmana birçok baskınlar yapılmıştı. Kendilerine arkamızı takip etmeleri söylenilerek gece saat birde Gördes'e bir saat mesafedeki Sökeler köyüne girildi. Düşmandan henüz bir eser yoktu. Hatta gönderdiğimiz jandarma kuvveti Pehlivan müfrezesiyle birleşerek Gördes'te bulunuyorlardı. Derhal muhabere ettik ve düşmanın henüz Kayacık’ta bulunduğunu anladık. O gece civarda bulunan ahalinin kıymetli eşyalarını çıkarmaları tembih edilerek oldukça eşya çıkarılmıştı. Çünkü, Gördes ani tahliye edildiğinden kimse bir şey alamamıştı. Ahali çırılçıplak Demirci yollarından gidiyorlardı ki, bu kadar tahliyeye hiç bir sebep yoktu. Sırf oradaki arkadaşın tecrübesizliği bu neticeyi doğuruyordu.
Şafakla beraber düşman iki top ve iki bin kişilik bir kuvvetle kasabaya doğru ilerlediği görüldüğünden kasabayı tahliye ederek bütün kuvvetlerle Sökeler köyünde toplandık. Esasen iki yüz atlı olması lazım gelen Gördes kuvvetinin büyük kısmı firar etmiş ve yalnız Pehlivan'ın yanında 10-20 kişi kalmıştı. Halil Efe 20 ve biz de 50 kişi olarak geldiğimizden 90 ila 100 kişilik bir kuvvet toplanmıştı. Düşmanı mütemadiyen gözetliyorduk. Düşmanın iki kolu kasabaya bir çeyrek mesafeye geldiği halde, diğer kolunun gelmemesi dolayısıyla kasabaya yanaşmıyor, karşımızda duruyordu. Demek ki evvelce kararlaştırıldığı üzere bir kolu imha edilseydi, düşmanın yaklaşması mümkün olmayacaktı. Bilhassa Gördes'in feveranı, Hacı Ethem Bey (Büke) gibi fiili uzuvları, hep müdafaa taraftarı idiler. İdaresizliğin kötü neticesi olarak Gördes kuvvetlerinden hiç istifade olunmadı. Saat 6'da düşman üç koldan harp nizamında kasabaya girdi. Saat 8'e kadar kasabayı yağma etti. Saat 8'de kasabanın dört tarafından ateş çıkmaya başladı. Evet, artık şüphe kalmamıştı. Düşman kasabayı yakacak ve milyonlarca Türk serveti mahvolacaktı. Zira, zengin bir memleket ve pek büyük halı depolarına malik idi. Tedbirsizlik yüzünden bütün halıların nakli mümkün iken, bir şey kaldırılamamıştı. Bu vaziyet karşısında karışıklık anında düşmana hücum etmek ve kasabanın bir kısmını olsun yangından kurtarmaktan başka çare kalmadığından, saat 9'da harp mevkiine yetişen Halil Efe efradından ve diğer müfrezelerden seçilen 25 kişi ile kasabanın kuzey doğusundan düşmana taarruz edildi. Tabii ki bu iş bir cinnet idi. Fakat Türk için dünya da olmaz, olmazdı. Bir saat kadar süren çatışmadan sonra kasabanın kuzey mahallelerinde düşmanı atmış isek de Söğütler istikametinde düşmanın hareketi görüldüğünden, geri çekilmek mecburiyeti hâsıl oldu. Ancak bu mahalle de yangından kurtarılmış oldu. Düşmana 2 ölü verdirilirken, 2 hayvan ile bir miktar eşya ve boru yağma edilmiş ise de, pek kıymetli, kıdemli efrattan Nevrekoplu Osman Çavuş şehit olmuştu.
İhtiyatlı olanların heybelerinde bazı yiyecekler bulunduğundan, heybe hırsızlığı ve ufak tefek tartışmalar işitiliyordu. Bunun için ateş yakmak men edilmiş ve yalnız kahve için ufak ateşlere izin verilmişti. Açlıkla beraber bu akşam düşmanın Demirci'ye tecavüz etmesi ve ileri hareket yapması ihtimaline karşı teyakkuz halinde bulunmak ve Demirci yolunu gözlemek gerekiyordu Dağ olduğundan hava pek ziyade soğuktu. Pehlivan Ağa ile Halil Efenin arasında sarıldım ve iki geceden beri uyumadığım için yattım. Gece yarısı Halil Efe kaldırmaya başladı. Ben bir şey var zannettim ve fırladım. Meğer, iki tavuk bulmuş, pişirmeğe başladık. Fakat belli başlı ateş olmadığından pişmiyordu. Tuza küle bastırarak yedik. Bazıları "hatır için çiğ tavuk yenir" derler. İşte hatır için değil, fakat karın doyurmak için çiğ tavuk yenirmiş. Çünkü, sabahleyin kalktığımda, kemiklerin kâmilen kanlı olduğunu gördüm.
Düşmanın ricat esnasında tesadüf edeceği yerlerde de aynı muameleyi yapması en kuvvetli ihtimal olduğundan, hiç bir şeye bakmadan ve derhal Sındırgı istikametinde geri çekilen düşmanın takibine başlanılarak Sındırgı hududuna civar Yanıkdağ köyüne geldik. Burada hayvanları ve efradı beslemek, düşman hakkında yapılacak tahkikata göre hareket etmek lazımdı. Gece yarısı hareket edilmesi ve düşmanın Sındırgı'nın Fehre köyünde yatması ihtimaline karşı, sabahleyin basılması arzusunu izhar etmiş isem de, müfreze kumandanları ve yedekler kumandanı, düşmanın orada olmadığından ve hayvanların, efradın yorgun bulunduğundan bahsederek yalnız o civara postalar gönderilmesine karar verdiler ve beni ikna ettiler. Gece saat 5'te postalar geldi ve bir posta Fehre köyüne yarım saat olan Kalemoğlu'na kadar gittiğini ve düşmanın Fehre'den gittiğine dair bir "köy ilmühaberi" getirdiğini söyledi. Pehlivan Ağa henüz uyumadığı için beni uyandırdı. Ve düşman dediğim gibi gitmiş, dedi. Ben, hayır, dedim; köylüler yalan söylüyorlar. Kendi köyleri civarında harp olacağından, köylerine bilahare zarar olur diye mahsus böyle bildiriyorlar, dedim ve yattım. Çünkü fikrimde ısrarlı idim.
Burada Gördes'teki gibi birkaç kadına tecavüz edilmişti. Bu vaziyet karşısında bütün kuvveti süratle sürmek gerektiğinden, ağır gidenlere silah kullanmaya mecbur oldum. Düşmana yetişmek ve her ne pahasına olursa olsun, harp etmek için son süratle gidiyorduk. Sındırgı'ya 2 saat mesafedeki Kapanca altında düşman yakalandı ve saat 6'da düşman harbi kabule zorlandı. 20 kişiden oluşan öncülerimiz bir saat kadar harp ettikten ve düşman mevziine girdikten sonra, esas birlikler de yetişerek çatışma bütün şiddetiyle başladı. Saat 3'ten 10'a kadar 7 saat devam eden bu çatışmada bir tabur ve iki mitralyözü (ağır makineli tüfek) bulunan düşman kolu perişan edildi. İkisi zabit (subay) olmak üzere düşmana 37 ölü ve 50'yi aşkın yaralı verdirildi. Bizim de 2 şehit ve 2 de yaralımız oldu. Işıklar'dan Karadağlı Ali şehit ve Çekmez oğlu da yaralanmışlardır. Harbe iştirak eden kuvvetimiz 50 kişiydi. Esasen düşman hatları içinde bulunan 14 kişi idi. Bu muharebede Pehlivan Ağa, Halil Efe, İsmail Hakkı Efendi, Hacı Veli, Kadıdağlı Pehlivan ve Bakırlı Mustafa'nın büyük yararlıkları görüldü. Düşmandan birçok cephane, katır, sandıklarla bomba, Gördes'ten aldıkları eşyalar alındı. Düşman ancak saat 12'de Sındırgı'ya, emniyetli bölgeye pek perişan bir halde sokularak kurtulabilmişti. Muharebe devam ederken, Sındırgı'daki düşman, şehrin eşrafını toplamış ve kışlaya hapsederek, "eğer çeteler gelirse cümlenizi keseceğiz" diye tehdide başlamışlar.
Her taraftan kurşun yağmaktadır. Eratı toplamaya çalışırlarsa da baskın öyle ani olmuştur ki, eratın her biri ya bi yere sinmiş ya da dağılmıştır. Ortada İbrahim Ethem Bey, Parti Pehlivan, Hikmet Bey, Makbule Hanım ve Yusuf Çavuş kalmıştır. Kaymakam İbrahim Ethem Bey’in endişesi Makbule’dir. Kendilerinden önce Makbule’yi kurtarmayı ve selamete çıkarmayı düşünür. Ortada ki Yusuf Çavuş’a, O’nu alıp silah sesinin aksi yönüne doğru gitmelerini söyler. Makbule ile Yusuf Çavuş o yöne doğru giderler. Kendileri ise 3 kişi kalmışlardır. Daha şafak sökmemiş alaca karanlıktır.10’ar adım aralıklarla, ateş ede ede kuşatma dışına çıkmaya çalışırlar. Dört taraftan da ateş gelmektedir. Hikmet Bey’in elinde maşaları çekilmiş iki bomba vardır. Düşmana yakalanacaklarını anladıkları an düşman içinde bu bombaları patlatacak, düşmanla birlikte kendileri de parçalanacaklardır. Kararları budur. Bir de bakarlar ki kuşatmanın dışındadırlar. Uzaklaşırlar, uygun bir yerde durup bazı arkadaşlarıyla buluşup toplanırlar. Öğrenirler ki üç şehit, üç esir vermişlerdir.
Gördes'te 50-60 yıl önceki kız isteme adetleri şöyle idi: Kız isteme kadınlar tarafından organize edilirdi. Erkek kızı görmezdi. Erkeğe istenecek kız "Mehel", yani denk olmalıydı. Uygun ortam sağlandıktan sonra kız istemeye gidilir, yumuşak bir cevap alındıktan sonra evlenecek erkeğin babası, amcası "Allah'ın emriyle" kızı isterdi. Kız evi kızlarını vermeyi düşünse bile hemen olumlu cevap vermez, bir hafta ya da 10 gün süre istenirdi. Cevap olumlu olursa, hemen söz kesilirdi. Bu arada karşılıklı küçük hediyeler gönderilirdi. Akabinde nişan takılırdı. Nişanlılar bir araya gelmezlerdi. Nişanlılık dönemine kurban bayramı denk gelirse oğlan evi kız evine iyi beslenmiş bir kurbanlık gönderirdi. Erkek tarafının maddi durumu iyi ise, beraberinde gelin kıza "beşi birlik" de gönderirdi.
Düğünden evvel kız tarafı hamama giderdi. Gördes'te o zaman Hamamcı İbrahim'in (Altun) çalıştırdığı bir hamam vardı ve gündüzleri kadınlar, geceleri erkekler giderlerdi. Düğünler genellikle yazın halk tarlada olduğundan, Eylül ayı ile tütün dikim zamanı arasında yapılırdı. Düğün Çarşamba sabahı başlardı. (O zamanlar resmi tatil Cuma günü idi.) Çarşamba günü oğlan evinde davul çalmaya başlar, oğlan ve kız evinde keşkek dövülürdü. Perşembe sabahı kızın çeyizleri oğlan evine gönderilirdi. Burada eşyalar sergilenir, eş, dost ve komşuların görüşüne açılırdı. Özellikle kız evi olumsuz söz duymamak için elinden geldiğince çeyizlere özen gösterirdi. Oğlan evinde bir yandan keşkek dövülürken, bir yandan da oyunlar oynanırdı. Aynı şeyler kız evinde de yapılırdı. O günlerin meşhur Klarnetçisi Çingene Salih adındaki bir kişiydi.
Gelin alma, Perşembe günü ikindi ile akşam arasında olurdu. Gördesliler ata çok meraklıydılar. Öğle ile ikindi arasında oğlan evinin önünde atlılar birikirdi. Çocuklar da eşeklere binerlerdi. İkindiye yakın davul zurna önde olmak üzere kız evine gidilirdi. Gelin alayı kız evine vardığı zaman kız (gelin) evden çıkmaya hazır hale gelmiştir. Geline bu günün aksine beyaz değil Kırmızı duvak takılırdı. Bu kırmızı duvak baştan aşağı topuklara kadar inerdi. Altına ise yine topuklara kadar inen şalvar giyerdi. Kırmızı duvak aynen köylerdeki düğünlerde de kullanılırdı. Gelin kızın babası, yoksa ailenin bir büyüğü kızın beline kırmızı kuşak kuşatırdı. Kırmızı renk binlerce yıldır Türkler tarafından sevilen adeta kutsal bir renktir. Bayrağımızın renginin yanı sıra, Osmanlı sarayındaki hakim renk de kırmızı idi. Bu sevgi Orta Asya'ya kadar uzanır. Şimdi kullanılan beyaz duvak rengi bize batıdan sonraları gelmiştir. Gelinin başında Mum çiçekleri ile süslenmiş Taç şeklinde süsler vardır.
Haşhaş, gelincik ya da yaban lalesi denen çiçeğin tohumundan yaklaşık yüz misli daha büyük kobaklan olan bir kültür bitkisidir. Toprak konusunda pek nazlı olmayan haşhaş, Gördes'te eskiden beri ekilirdi. Ekim güz aylarında yapılır. Toprak üç kere sürüldükten sonra susamdan bile küçük olan tohumlar kumla karıştırılır. Toprağa serpildikten sonra tarladan Sürgü geçirilir. Çimlendikten 20–25 gün sonra birinci çapa ve seyreltme yapılır. Sonra iki çapa daha gerekir ve kendi haline bırakılır. Kobaklar’ın teşekkülü olgunlaşma evresidir. Kobaklar 7-8 santim çapında, yuvarlaktır. Bir kökte 5–6 tane olur.Kobak yeşilken etrafı özel bir bıçak ile çizilir. Bitki çizilen yerlerden beyaz bir süt kusar. Ertesi gün tekrar gelindiğinde kahverengi renge dönmüş ve kurumuş haldeki sakızlar kazınarak toplanır, işte uyuşturucu yapımında veya ilaç yapımında kullanılan Afyon Sakızı budur. Normal bir tarladan birkaç kilo Afyon sakızı elde edilir. Yarım ya da birer kiloluk topaklar haline getirilir. Bitkinin yapraklarıyla sarılır. Bunlar Pazartesi günleri dışarıdan gelen tüccarlarca satın alınırdı. Çok kıymetli olup, iyi para ederdi. O dönemde üretimi tamamen serbest olduğundan hemen herkesin tarlasında da üretildiği halde hiçbir Gördesli bunu uyuşturucu olarak kullanmamıştır. Ancak çok ağlayan, eziyet eden bebeklere bu afyondan çok azı toz şekline getirilip suyun içine konarak içirildiği olurdu. Bu maksatla evlerde yarım yumurta ya da ceviz kadar afyon sakızı bulundurulurdu. Sakızı alınan kobaklar sararmaya başlar ve kobak kırma işine geçilir. Kobaklar önce dövülür, sonra kalburdan geçirilerek tohumları ayrılır. Gördesliler özellikle köylerde bu tohumlardan haşhaşın yağını da çıkartıp kullanırlardı. Kokusu pek hoş olmasa da bir ihtiyacı karşılardı. 1949'da haşhaş ekilen arazi 162 hektardı. (1998'den itibaren yeniden ekim izni verildi)
Sofralarımızın kurtarıcısı, çocukların sevgilisi patates artık ilçemizde de yaygın olarak üretilmeye başlandı. Toprağa ekilecek olan tohumlar öncelikle haşere, böcek ve hastalıklara karşı ilaçlanır, ilaçlanan patates ekim makinesi ile ekilir. Henüz toprak yüzeyine çıkmadan bir kez yağmurlama usulü ile sulanır. Tohumların yüzeye daha rahat çıkabilmesi için ekildikleri alanların tümsekliği giderilir. Bu aşamadan sonra tohumlar 15-20 gün içerisinde fide halini alır. Havaların kurak ya da sulak oluşuna göre bir kere daha yağmurlama usulü ile sulanabilir. Tohumlar patlayınca her bir kökün dibi toprak ile doldurulur. Arazi düzse salma su ile her bir sıraya bir kurna gelecek şekilde sürekli olarak sulanması sağlanır. Amaç patates dibinin hiç kurumamasıdır. Arazi engebeli ise yağmurlama usulüne başvurulur. Sulama işi havanın durumuna göre patateslerin topraktan çıkarılmasına bir hafta ila on beş gün kalana kadar devam eder. Bu arada patatesler çiçek açar, çiçeklerini döker ve yeşil yapraklar sararıp kurumaya başlar. Ki bu patateslerin hasat zamanının habercisidir.Hasat zamanı gelen patatesler tüccar tarafından kilo hesabı ya da dönüm hesabı alınır.Patates hem üreticiler için hem de alın teri ile ekmek parasını kazananlar için yeni bir geçim kaynağı haline geldi.
14. Keşkek: Milli bir yemektir. Daha sokdüğünlerde yapılır. Dövülmemiş buğday temizlenerek kazanlara konur.Kemiklerinden ayrılarak hazırlanan koyun eti de ilave edilerek kaynatılır.Büyük ağaç küreklerle karşılıklı olarak iki kişi tarafından dövülerek et vebuğday hal edilir. Üzerine tereyağı dökülerek yenir. Hayır, olarak da keşkekhazırlanırdı. Hayır, isi genellikle Divan Camii ile çatal oluk Camiindeyapılırdı. Halktan buğday ve koyunlar toplanır, bir gün önceden de tellal ileherkese duyururdu. Kepçelerle halka dağıtılır ve topluca dua edilirdi. 15. Kulaç: Ramazan ayının arife günündeyapılı. Mayalı hamur arsalar halinde yağlanır, içine susam, sor ek otu,karanfil dövülmüş halde iyi sakız hamur ile karıştırılır. Tepsiye konur vefırına verilir.