ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

KIRKAĞAÇ

kirkagac
kirkagac2
Türklerin ise dört ayrı semtte insan veya hayvan gücüyle çalışan çok sayıda su değirmenleri vardı. Bunların son örneklerinden biri olan Aksu yakınlarındaki Güllüce Değirmeni 1950’ li yılların ortalarına kadar işlevini sürdürmüştür. Ayrıca marangoz, demirci, nalbant, kunduracı, mimar, terzi, mutaf(keçe dokuyucu), mücellit (ciltçi) vs. gibi yeterince esnaf bulunmaktaydı. Bunlardan semerci, mutaf, mücellit, demirci gibi• işyerleri Türklerin, diğerleri ise gayrimüslimlerin kont rolündeydi. İlçenin ticaret merkezi ise ‘Pamuk Hanı’ idi. Etrafında elliye yakın dükkanı bulunan bu hanın, Çiftehanlar Camii, Karaosmanoğlu Camii ve Bahçıvan Pazarı semtlerine açılan üç ayrı kapısı vardı. Geniş avlusunda başta afyon olmak üzere, palamut, meyan kökü, çeşitli kök boyaları ve diğer ürünlerin, İzmir veya diğer illerden gelen yabancı uyruklu veya Osmanlı vatandaşı tüccarlara satışları gerçekleştirilirdi. Hanın sahibi, İzmir’de oturan Kırkağaç kökenli çok zengin bir Rum olan Imros Federosa idi. Bu ünlü han 1924 yılında “Cumhuriyet Meydanı”na dönüşmüş, 1950 yılında bu meydana Atatürk’ün beyaz mermerden, onu sivil kıyafetle canlandıran güzel bir heykeli dikilmiştir. Daha sonraki yıllarda, kamyon ve traktörlerin park etmesi nedeniyle, alanın daralmaya başlaması ve hoş olmayan bir görünüm ortaya çıkması üzerine, Atatürk Heykeli 1954 yılında şimdiki bulunduğu meydana taşınmıştır.
Halkın, birbirleriyle ve yerel yönetimle olan ilişkilerini düzenlemek üzere eşrafın ve imamların da katılımı ile oluşturulan heyetler kurulmuştu. Bu topluluklarla ilgili olarak 19. yy. sonlarındaki kayıtlar da şu isimlere rastlamaktayız: Sivri oğlu Mustafa Bey, Belediye Reisi Sivri oğlu Arif Ağa, Manifaturacı Ahmet Faik Bey, Abdi Bey, Mehmet Bey, Tüccar Hacı Püskül zade İsmail Efendi, Fındıklı Hacı Cemal Efendi, Satızade Adil Efendi, Dolmanci Ahmet Efendi, Abdi Bey, Eşref Cemal Bey, Hacı Salih zade Emin Efendi, Sivri oğlu Osman Ağa, Ramız Bey, Şevket Bey, Altıparmak Mehmet Efendi, Yakup Bey, Fahri Bey, Çiftçi Hasip Bey, Hacı Halil Ağa, Haci Arif Ağa, Tüccar Sivri oğlu Şükrü Bey, Arap Hoca oğlu Ahmet Efendi, Hacı Cemal zade Mehmet Efendi ve Çiftçi Servet Bey.
Kırkağaç’ın kendine özgü ve oldukça zengin bir yemek kültürü vardır. Aşağıda listesini verdiğimiz yemeklerin birçoğuna başka yörelerde rastlamak imkansızdır. Mutfağa hakim olan yağ, tabiatıyla zeytinyağıdır. 0 kadar ki Kırkağaç’ta sabah kahvaltısında bile zeytinyağı hazır ve nazırdır. Hele içine ‘domatis suyu” (domates salçası) katılıp da, kızarmış ekmek banmanın tadına doyum olmaz. Ayrıca belli mönüler, geleneksel olarak belli gün ve zamanlarda yenir. Örneğin Kırkağaç ‘Bazarı’ (Perşembe) akşamları özellikle ‘Gulak Çorbası ve Güveç’ yenir. Yanına da elbette ki ‘Kaymaklı kadayıf’ yakışır. Mevsim ilkbahar ise, höşmerim de olabilir. Yine Ramazan bayramlarında kıyı, baklava, şekerleme, diple gibi tatlılar yapılır. Kurban bayramları daha telaşlı geçtiği için, tatlının ağırlığı biraz daha azdır. Buna karşın o nefis kurban eti töresel olarak ilk gün kavurma olarak soframızdadır. Hemen arkasından kuyruk helvası gelir. İlk gün akşamı genellikle ‘Kemikli Et yemeği yenir. İkinci gün ‘Garın-Gumbar’ ve Ciğer günüdür. Üçüncü gün ise Sura’nın tadına doyum olmaz. Bazı ailelerde ikinci gün yemekleri ile üçüncü gün yemekleri yer değiştirebilir.
Düğün yemekleri de belli bir düzen içinde ikram edilir. Keza düğün yemekleri konusunda ustalaşmış ünlü aşçılar bulunur. Düğün yemekleri içinde çorba, nohut, keşkek, pilav ve topalak vazgeçilmez demirbaşlardır. Duruma ve mevsime göre bunların yanına sebze, sarma, zerde, hoşaf ilave edilir. Karıştırma yemeği, düğünün ertesi günü gelinin yeni evine alışması için planlanan bir tören havasında geçer. Burada bütün aile yemeğe iştirak eder. Yemek kaşıklanırken herkes kendi kaşığı ile diğerinin kaşığının altından vurarak kaşık -takilerin dökülmesine neden olur. Sonra da diğerleri ona mukabelede bulunur. Yemek kahkahalar arasında sürer gider. Böylece gelinin yeni evindeki ilk gün yemeği neşe içinde geçmiş olur. Bu da gelinin yeni evine ısınması için sıcak bir ortam hazırlamış olur.
Bir diğer benzer uygulama tarhana için geçerlidir. Yine her evde yaz sonuna doğru yıllık tarhana hazırlanır, sonra temiz örtülerin üzerine yayılarak veya büyük bakır sinilerde taraça gibi genişçe bir yerde güne kurutulurdu. İşte o tarhana ilk yapıldığında sıcak sıcak üzerine yoğurt dökülerek komşulara dağıtılırdı. Kalan tarhana tekrar yoğurtla yoğrulurdu. Tarhana teknede yoğrulurken futbol topu büyüklüğünde 3-4 parça kadar topak hazırlanır ve her birine isim verilirdi: Gün doğdu, Yel battı, Poyraz Esmesin vs. gibi. Bu, ‘güneş çıksın, rüzgar olmasın, böylece tarhana toz toprak olmadan kurusun anlamındaydı. Ertesi sabah, ceviz iriliğinde topaklar oluşturulur ve güneşte kurumaya bırakılır. İşte o gün, bir gün önce taze tarhana gönderilen komşular ‘Tarhana Dökmeye’ gelirlerdi. Onlar geldiklerinde o parçalar da kabuk tutmaya yüz tutmuşlardır. Gelenler tarhanaları açarlar. 0 sırada topakların içleri henüz nemlidir. Buna ‘Tarhananın Karnını Yarmak’ denir. İki avuç arasında ovalanacak kıvama gelmişse, üstü tepsermişse, yani kurumaya yüz tutmuşsa yaygıya veya tekneye konur ve ovalanır. Tarhana kalburu teldir ve un kalburundan biraz daha seyrektir. Karınca başı denen büyüklük teki parçalar bu kalburun altına geçer Bu ovalama, eleme işi böyle sürüp gider, Üstteki iriler bir tas kalana kadar elenir. Son kısmın mevsimin ilk tarhana çorbası pişirilir.
Eski zaman mutfaklarının geleneksel bir “Yemek Adabı” vardı. Özellikle akşam yemeklerinde bütün ailenin mutlaka sofra etrafında birlikte olmasına özen gösterilirdi. Bu adeta ailenin bütünlüğünü sembolize ederdi. Yemeğe elbette ki evin babasından önce başlanılmaz. Evin büyüğü yemeğe Besmele ile başlar. Yemekten önce büyükler konuşmazlar ve konuşturulmazlar. Üzücü şeyler yemek sonrasına bırakılır. Yani “Yemek burundan gelmemelidir”. Yemek Allah Nimeti’dir, ona saygılı olunması gerekir. Bu nedenle sofrada konuşulmaz. Sofrada konuşan çocuk ve gençleri büyükler “Sus, şeytanın boğazına gider” diye uyarırlardı. Kaşıklar takırdatılmaz. Herkes kendi önünden yer. Artık yemek bırakılmaz. Sofradan ailenin büyüğü “Allah Halil İbrahim bereketi versin, Allah olmayanlara da versin” dedikten sonra kalkılır. Sofrada geğiren “Estağfurullah” der.
Avkma (Avutma): Tipik bir Kırkağaç yemeği olup, hafif bir yaz yemeğidir. Haşlanmış patlıcanın ezilmesi ile yapılan zeytinyağlı bir yemek olup, üzerine domates salçası ve sarımsak yoğurt dökülür. Üzerine tuz ve karabiber ekilerek yenir. Avutma adının bir de hikayesi vardır: Bir yaz günü, evin hanımı bir arkadaşı ile sohbete dalmışken, hiç beklemediği bir anda evin beyi çıkagelir Evde de hazır yemek yoktur. Hemen mutfağa geçip, yukarıda tarifi verilen yemeği yapıverir. Yani o anda bir yemek icat eder. Döndüğünde arkadaşı ne yemeği yaptığını sorar. Evin hanımı da bunun üzerine “Avutma, avutma” der. 0 günden sonra bu yemeğin adı Avutma olarak anılır. Mamafih bazıları avutma yerine Avkma veya Ovkma derler. Bu da besbelli ki Avkmak ya da Avkalamak fiilinden geliyor.