ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA
KIRKAĞAÇ
Aslında iki parça olduğu anlaşılan bu yazıtın, diğer parçasına henüz ulaşılamamıştır. 1. 0. 1. yy. başlarına tarihlenen bu yazıt, ilginç içeriği nedeniyle bilim dünyasının ilgisini çekmiş ve hakkında çok sayıda makale yazılmıştır. (Bu yazıtla ilgili incelemelerin bir listesi, yazıtın çevirisi, yorumu ve fotoğrafı için bk. U. Evran, Arkeoloji ve Sanat, 93, 1999, s. 18-21). Bu yazıtın asıl önemli yanı, bölgedeki bazı küçük yerleşim adlarını (Nakrason veya Nakrasos, Tibbe veya Tibbai, Pataktibeai ve Deskyleion) kaydetmesidir.
Türklerin ise dört ayrı semtte insan veya hayvan gücüyle çalışan çok sayıda su değirmenleri vardı. Bunların son örneklerinden biri olan Aksu yakınlarındaki Güllüce Değirmeni 1950’ li yılların ortalarına kadar işlevini sürdürmüştür. Ayrıca marangoz, demirci, nalbant, kunduracı, mimar, terzi, mutaf(keçe dokuyucu), mücellit (ciltçi) vs. gibi yeterince esnaf bulunmaktaydı. Bunlardan semerci, mutaf, mücellit, demirci gibi• işyerleri Türklerin, diğerleri ise gayrimüslimlerin kont rolündeydi. İlçenin ticaret merkezi ise ‘Pamuk Hanı’ idi. Etrafında elliye yakın dükkanı bulunan bu hanın, Çiftehanlar Camii, Karaosmanoğlu Camii ve Bahçıvan Pazarı semtlerine açılan üç ayrı kapısı vardı. Geniş avlusunda başta afyon olmak üzere, palamut, meyan kökü, çeşitli kök boyaları ve diğer ürünlerin, İzmir veya diğer illerden gelen yabancı uyruklu veya Osmanlı vatandaşı tüccarlara satışları gerçekleştirilirdi. Hanın sahibi, İzmir’de oturan Kırkağaç kökenli çok zengin bir Rum olan Imros Federosa idi. Bu ünlü han 1924 yılında “Cumhuriyet Meydanı”na dönüşmüş, 1950 yılında bu meydana Atatürk’ün beyaz mermerden, onu sivil kıyafetle canlandıran güzel bir heykeli dikilmiştir. Daha sonraki yıllarda, kamyon ve traktörlerin park etmesi nedeniyle, alanın daralmaya başlaması ve hoş olmayan bir görünüm ortaya çıkması üzerine, Atatürk Heykeli 1954 yılında şimdiki bulunduğu meydana taşınmıştır.
Halkın, birbirleriyle ve yerel yönetimle olan ilişkilerini düzenlemek üzere eşrafın ve imamların da katılımı ile oluşturulan heyetler kurulmuştu. Bu topluluklarla ilgili olarak 19. yy. sonlarındaki kayıtlar da şu isimlere rastlamaktayız: Sivri oğlu Mustafa Bey, Belediye Reisi Sivri oğlu Arif Ağa, Manifaturacı Ahmet Faik Bey, Abdi Bey, Mehmet Bey, Tüccar Hacı Püskül zade İsmail Efendi, Fındıklı Hacı Cemal Efendi, Satızade Adil Efendi, Dolmanci Ahmet Efendi, Abdi Bey, Eşref Cemal Bey, Hacı Salih zade Emin Efendi, Sivri oğlu Osman Ağa, Ramız Bey, Şevket Bey, Altıparmak Mehmet Efendi, Yakup Bey, Fahri Bey, Çiftçi Hasip Bey, Hacı Halil Ağa, Haci Arif Ağa, Tüccar Sivri oğlu Şükrü Bey, Arap Hoca oğlu Ahmet Efendi, Hacı Cemal zade Mehmet Efendi ve Çiftçi Servet Bey.
Gelenbe Sağlık Ocağı Üç doktor kadrosu bulunmasına rağmen tek doktorla hizmet vermektedir.Bağlı bulunan Halkavlu Köyü Sağlık Evinde Ebe bulun mamaktadır.Diğer personelleri yeterlidir.Sağlık Ocağı tek katlı kendi binasında hizmet vermektedir.Aynı bahçede ayrı olarak iki katlı dört daireden oluşan lojmanları mevcuttur.Bir dairesi doludur.Gelenbe Sağlık Ocağı na bağlı Hamitli,Gebeler,Alacalar,Söğütalan,Hamidiye Kuyucak,Kınık,Güvendik,Dualar,Hacet,Işıklar,Çaltıcak,Çobanlar,Demirtaş,Fırdanlar, Kocaiskan,Halkavlu,Sakarlı,Gökçukur köyleri bulunmaktadır.Toplam Nüfusu 10.059 dır.
Bir diğer benzer uygulama tarhana için geçerlidir. Yine her evde yaz sonuna doğru yıllık tarhana hazırlanır, sonra temiz örtülerin üzerine yayılarak veya büyük bakır sinilerde taraça gibi genişçe bir yerde güne kurutulurdu. İşte o tarhana ilk yapıldığında sıcak sıcak üzerine yoğurt dökülerek komşulara dağıtılırdı. Kalan tarhana tekrar yoğurtla yoğrulurdu. Tarhana teknede yoğrulurken futbol topu büyüklüğünde 3-4 parça kadar topak hazırlanır ve her birine isim verilirdi: Gün doğdu, Yel battı, Poyraz Esmesin vs. gibi. Bu, ‘güneş çıksın, rüzgar olmasın, böylece tarhana toz toprak olmadan kurusun anlamındaydı. Ertesi sabah, ceviz iriliğinde topaklar oluşturulur ve güneşte kurumaya bırakılır. İşte o gün, bir gün önce taze tarhana gönderilen komşular ‘Tarhana Dökmeye’ gelirlerdi. Onlar geldiklerinde o parçalar da kabuk tutmaya yüz tutmuşlardır. Gelenler tarhanaları açarlar. 0 sırada topakların içleri henüz nemlidir. Buna ‘Tarhananın Karnını Yarmak’ denir. İki avuç arasında ovalanacak kıvama gelmişse, üstü tepsermişse, yani kurumaya yüz tutmuşsa yaygıya veya tekneye konur ve ovalanır. Tarhana kalburu teldir ve un kalburundan biraz daha seyrektir. Karınca başı denen büyüklük teki parçalar bu kalburun altına geçer Bu ovalama, eleme işi böyle sürüp gider, Üstteki iriler bir tas kalana kadar elenir. Son kısmın mevsimin ilk tarhana çorbası pişirilir.